Son 7 yılımın ilk 2,5 yılı tek, 4 yılı iki ve yaklaşık 1 yılı da üç çocuklu… Her bir yeni evlat ailemize eklendiğinde hep ilk yıl biraz sarsıldım. Yani demek ki yaşadığım son 7 yılımın, 3 yılı sarsıntılıymış…. Tam 1095 gün… Çok uzun ve çok yazık!

Neden sarsılıyoruz çünkü çok uykusuz, eğer biyolojik doğum ise çok kilolu, göğüs uçları yaralı, banyo yapmaya bile vakti olmayan, acayip yaratıklar olarak görüyoruz kendimizi. Bir yandan da eskisi gibi fit, temiz ve neşeli olmak istiyoruz. İşte bu bizi sallıyor, kopmuş havada uçuşan yaprak gibi. Ne yere düşebiliyor ne de ağaca tekrardan yapışabiliyoruz. Lohusalık, galiba bu… Bir kadının tüm özgürlüklerini, rahat alanını bırakıp anne olmaya geçişi. 

Kalben doğumda ise “ben ne yapacağım lan şimdi” korkusu… (Bunu ayrıca yazmalıyım)

Son yıl, işte ben ne yapacağım lan şimdi yılı esaslı darbe oldu bana. Havada asılı kaldım. Bir baktım huzursuzum, sürekli hareket halinde olmam gerekiyormuş, hep işim varmış gibi bir histeyim. Mutluyum ama bir yandan da acayip mutsuzum gibi. Her şey üstüme geliyor, çığlıklarım boğazıma düğümleniyor gibi. Arada çaresiz kalıp bağırıyorum, çünkü daha önce yaşamadığım bu duygu karşısında ne yapacağımı bilmiyorum. Çaresiz kalınca ezik gibi bağırıyorum. Sonra ben niye bağırdım ya ben “bağıran anne – kadın” değilim ki diye ağlıyorum. Ne manyakça. Buna bir kaptırırsanız eğer, bu girdap ile yok olup gidersiniz.

Yok olan bir kadın, yok olan bir anne, yok olan çocuklar, yok olan sevgili, yok olan hayat…

Ben bunu ister miyim? Elbette hayır. Ben huzursuzsam herkes huzursuz. İşte bunu görebilince ne yapmalıyım diyor insan. En azından ben öyle dedim. Sonra silkelendim. İhtiyacım olan şey, bana özel zaman kalması mı? Spor yapmak mı? Kızlarla çıkmak, muhabbet etmek mi? (Bu kızlar mevzusunu da ayrıca yazacağım, iyi ki varlar. ) Azıcık ayaklarını uzatmak mı? Saçını boyatmak, bir şeyler yazmak mı? Evet hepsi… Hepsini yapmaya başladım. Yavaş yavaş. Daha az vaktim kaldı ama daha çok kendimle olabiliyorum. İnsan kendini özlüyor. Kendi özel alanını. Tabii ki sevgili eşimin süper desteği ile. Birlikte yol almazsanız yollarınız ayrılıyor ve o yollarda siz de birbirinizden ayrılıveriyorsunuz. Bambaşka yönlere doğru… Bunun için de ayrı bir çaba gerekiyor, yollar zaman zaman ayrılsa bile tekrar birleşebilmeli (belki bazen de birleşmemeli)…  Hayat böyle bir şey. Sağlam bir temel ile dengede ilerleyebiliyorsan, mutlusun…

Geçen akşam yine çaresizken bağırır vaziyette buldum kendimi. Çocukları karşıma aldım özür diledim. Sonra benim öğretmen olmadığımı anlattım. Her konuyu baştan onlara anlatamayacağımı, öğretmenliğin başka bir beceri olduğunu ve benim o beceride olmadığımı. Okulda hiç bir şey öğrenmeden eve geliyorlar ise benim akşam 2 saatte 8 farklı dersin tüm konularını onlara anlatamayacağımı, anne olduğumu sadece yardımcı olabileceğimi ve anne olarak kalmak istediğimi anlattım. Herkesin başka becerileri olduğunu benim bu konuda beceriksiz olduğumu ve kendi sorumluklarının kendilerine ait olduğunu anlattım. Anneler de mükemmel değildir anlattım. Oh rahatladım…

Son günlerde güneşin de çıkması ile sanırım, mutluluğum arttı. Eve huzurla gidiyorum. Haftada iki gün spor yapıyorum, metrolarda kitap okuyorum, çocuklarıma hikaye anlatıyorum, onlara özel partiler, günler, zamanlar planlıyorum. Başarabileceğime inanıyorum. Başarmak, her zaman bir işi kusursuz yapmak değildir bence, herkesin başarısı farklıdır. Ben kusurlarımla başarılı olacağıma inanıyorum. Çocuklarımın da kusursuz olmalarını beklemiyorum. Onlara her zaman mutlu olmanın, istediğin şeyleri yapmanın, kendileri olmanın önemini anlatıyorum.

Başarı, mutluluk, sınavdan 100 almak mıdır? Kimine göre evet, kimine göre hayır…  Herkes kendi mutluluğunu inşa etsin ve onunla var olsun.

Eğer etrafınızdaki herkes size çok mutsuz, somurtkan ve aksi görünmeye başladı ise tavsiyem aynada bir kendinize bakın…