Geçen son yedi yılım inanılmaz hareketliydi. Bir çocuk, kolik, ikinci çocuk, ağlamalar, uyku problemleri, çiş, kaka, koruyucu aile olmak, onun getirdiği bambaşka bir sorumluluk ve çaba, köpekler, kediler, iş…. Offfffff bu da nesiydi böyle? Ben kimdim?

Ben güçlüydüm, ben mutluydum, bana bir şey olmazdı…. “NAH”! (Aramızda çocuk yoksa, biraz küfredebilirim bu yazıda.)

Süründüm resmen… Bu arada kendime nasıl vakit ayırabilirdim ki? Küçük oğlum asla bensiz yatmıyor, uyumuyor, kıyameti koparıyordu. Eşimle öyle “küçük kaçamaklar”, “tatlı mini tatiller” falan yapamadık biz anacım. Bildiğin köle olduk… Çocukların, kedi, köpeklerin kölesi. Şikayet etmedik, bu bir süreçti ve bitecekti elbet. Bitmedi! Biz köle olarak kaldık. Sonra yavaş yavaş benim saçlarım dikilmeye, evde huysuz bir kadın olmaya başladım. Sevmiyordum o halimi, ama elimde değildi. Sanki bitmek tükenmek bilmez bir lohusalık yaşıyordum.

Dışarda ya da içerde başkalarına belli etmem pek mutsuzluğumu. Yani aslında mutsuzluktan ölmüyordum ama bir değişikti işte. Kendini değersiz, çirkin falan hissetme durumları baş göstermeye başlamış, ülkenin tüm sınırları kuşatılmış, kaçacak tek bir delik kalmamıştı…

Canlı cansız herşeye sunabileceğim bir merhametim ve sonsuz çaba gücüm var gibi hissederken, bir yandan da özgürlüğün dibine vurmak üzere yapayalnız kalabilmeyi göze alabilecek kadar özgürlüğü sevmek ve özgür yaşamını tehdit eden şeylerden kaçmak arasında sıkışan kişi, ANNE… Nereye kaçıyorsun bakayım? Buna da kocaman bir “NAH” gelsin!

Çilekeş bir tarafım da var 🙂 Kendimi zorlamayı, eziyet etmeyi seviyor gibiyim. “Hop dur bakalım” dedim kendime “Kendine gel lan” (kendimle samimiyim ondan lanlı lunlu konuşurum). Sonra haftada bir de olsa tekrar spor yapmaya, saçımı kendim değil de kuaföre boyatmaya başladım. Kuaföre gidememe sebebim vakit olmamasıydı. Çünkü işten çıkınca hemen eve gitmeliydim, anaydım sonuçta di mi? Sonra oje bile sürdürdüm düşünün yani. Arada topuklu ayakkabı da giydim. Oysaki bunlar çocuksuz o uçsuz bucaksız özgür olduğum günlerde rahatlıkla yaptığım, süslü olmasamda bakımlı olduğum zamanlarda, ne basit yapılan şeylerdi. Çocuklar olunca saçı başı dağıtmadım belki ama hep kendim yaptım. Dert ettiğim şey kuaföre gidememek değil aslında, henüz o kadar şımarmadım,  benim derdim banyo yapmaya bile vakit bulamamaktı.

Şöyle düşün;

Yakışıklı genç adamları gördüğünde “Ayyyyy Poyraz ve Bora’da büyüyünce böyle olacak” diye, yakışıklı genç adama, oğlun gözüyle bakmaya başladıysan libido yerlerde hatta yerin de altında demektir. Arkandan bağırırlar “Pardon hanımefendi bu libido sizden mi düştü” diye. Alır başkası kullanır, ağlarsın sonra. Anasın tamam da, kendine gel yani… Kadınsın, kadın.

Düşürmeyin canım, moralinizi de düşürmeyin, gözlerinizi de düşürmeyin, göğüslerinizi, göbeğinizi de düşürmeyin, iç sevincinizi, umudunuzu, hayallerinizi, hiçbirini düşürmeyin…

Hayat o kadar güzel, siz ve aileniz o kadar güzelsiniz ki, artık sahip olduklarınızla sonsuz özgürsünüz. Hiçkimseye hirbirşeye ihtiyacınız yok. Aynaya bakın gülümseyin, yılgın değil, yırtık bir tip olsun size göz kırpan. (“Kelin ilacı olsa” diyen iç sesim sus lan!)

Sonuç olarak geç de olsa, çocukların büyümesi ve kızımın da bir yıldır bizimle olmasından sebep alışmış olmasının verdiği rahatlama ile sanırım kendime özgürlük alanları yaratabilmeye başladım. Bir kızlar grubumuz var mesela, her ay buluşabilmek için belirlediğimiz tarihi iple çekiyorum. Harika bir grup. En suratsız olduğum günlerde bile yazdıkları ile günümü şenlendiriyorlar. İyi ki varlar… 36 yaşımdan sonra hayatın bana hediyesi oldular. Yalnız olmadığımı ve bir şekilde aslında hepimizin benzer yollardan geçtiğini gördüğüm “canlarım” benim. 🙂

Bir Cuma akşamı, eskiden olsa çantamda gece giyeceğim kıyafetleri taşır iş çıkışı hazırlanır hooooop eğlenceye koşardım ama şimdi de spora gidip, oradan markete uğrayıp, koşup aileme sarılacağım. Bunları yaparken de kendimi iyi hissedeceğim. İyi hissedersem de mutlu bir kadın olacağım. Mutlu çocuklar yetiştireceğim.

Sevgiler…