Ön not: Anneler ile söyleşi bölümümü benim için çok değerli olan bir arkadaşım ile açıyorum. Ve bu açılışın 14 Şubat’a denk gelmiş olması da kaderin bize bir oyunu…

Selda sen bu yolda birçoğumuza yol gösteren, daha tanışmadan çok sevdiğimiz, kızınla olan diyaloglarında kahkaha attıran ve yaşça olmasa da koruyucu ailelikte ablamızsın 🙂 Nasıl başladı bu serüven? Neler değişti hayatınızda? Kimse Koruyucu aileliği bu kadar bilmezken sen nasıl zorluklar yaşadın? Neden çektin gittin İstanbul’dan? Hadi ben sormayayım, biraz sen anlat olmaz mı? (İlk röportajda kolaya kaçmam da pek hoş oldu)

Herkese merhaba, öyle başla deyince de ne zor şey başlamak 🙂 Aslında bu yola girişimiz öyle çok mucizevi falan olmadı, ben 30 yaşıma gelmiş 6 yıllık evli ve defalarca çocuk sahibi olmaya girişmiş ama bir türlü sonunu getirememiş, bu sonu gelmeyen hamilelikler yüzünden çocuk sahibi olmayı neredeyse bir takıntı haline getirmiş, kafayı sıyırmanın eşiğinde bir biçareyken, bunu sanırım defalarca anlattım, bir öğrencimin (ki kendisi bana kübramın yolunu açtıktan sonra şehit oldu) mesajıyla evlat edinmeye bir gecede karar verip, sabah mesai başlarken kocamı da sürükleye sürükleye, burnumu çeke çeke, gözlerimi sile sile İstanbul Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’nün o zamanki meşhuuuur taş binasında buluverdim kendimi… Ama yılların verdiği sabırsızlıkla sanırım hemen o gün bebeğimi alıp eve gitmek istiyordum, şimdi düşünüyorum da ne cahilce, sanki köşedeki bakkaldan nevale alıyorum, tabi bunun mümkün olmadığını, eğer istersek koruyucu aile olabileceğimizi, bunun daha hızlı bir yol olduğunu ve ayrıntılarını anlattı uzmanımız… eşimle yaklaşık 10 dakika konuştuk ve hem koruyucu aile olmaya hem de evlat edinmeye karar verdik, nasılsa yanına kardeş isteyeceğiz böylece iki kardeş büyürler dedik ve yaptık başvurumuzu…

Başvurumuzdan 50 gün sonra kızımızla tanıştık, o anı anlatmak ömre bedel… her anne nasıl doğumdan sonra yavrusunu ilk gördüğü anda ‘bu andan öncesi yok’ diyorsa, benim için de öyleydi… ürkek, dudağının kenarına hüzün oturmuş, gelmekle gitmek arasında bakan kara gözlü yavrucanım… o an sadece o ve ben vardık, kucağıma aldıktan sonra ne gözlemci uzmanı gördüm, ne soruları duydum, sadece o pırpır yüreği sakinleştirme derdine düştüm… 3 gün alışma süreci için yuvaya gidip vakit geçirdik, daha ikinci gün o ürkek bakışların altından bir canavar çıktı 🙂 üçüncü gün bizden ayrılmamak için ortalığı yıkınca, biraz da hasta idi, ben tabi ‘artık burada bırakamaaaaam’ diye ağlaya zırlaya tüm belgeleri  2 saatte hallettik ve mesai bitimine 5 dakika kala tüm imzaları attırıp kızımızı aldık, o kadar ani oldu ki, üzerindeki kıyafetlerle, evde çocuk bezi biberon vs dahi yokken evimize geldik…

Tabi o zamanlar koruyucu ailelik bu kadar bilinen bir sistem olmadığından, her şeyi el yordamıyla öğrendik, mesela kızım ilkokula başlayana kadar kimliği yoktu, kocaman bir sağlık karnesi ile gezerdik, tek resmi belge üzerinde TC  numarası dahi olmayan bu bakkal defteri formundaki sağlık karnesi idi. Senelerce uçağa binemedik, her teşebbüsümüz bir hayal kırıklığı ve gerginlikle vazgeçiş oluyordu, hiçbir yerde imza yetkimiz yoktu, her ne kadar koruyucu aile modelinin uygulamalarında hala arazlar olsa da o kadar yol katettik ki geçmişe bakınca… Şimdi ki koruyucu aileler çok şanslı, bir sürü dernek, sosyal medya grupları, dayanışma sayfaları vs var. Birilerinin sizinle aynı hisleri paylaşıyor olduğunu bilmenin bile paha biçilemez bir şey olduğunu son birkaç yılda anladık.

Yıllar geçiyor, yavrucan büyüyor, evlat edinme sıramız ilerliyor ve biz mutlu mesut yaşıyorken, eşimin bitmek bilmeyen yorgunlukları, her gün yenilerinin eklendiği ağrıları canımızı dahi sıkmazken, bir gece ansızın bütün hayatımız yön değiştirdi. Gece ateşlenen ve bilinci gidip gelmeye başlayan eşimi acile götürdük ve son evresinde, adını hiç duymadığım bir kanser türüyle tanıştık, multiple myeloma… O günden sonra hiçbir şey eskisi kadar renkli olmadı tabi, ama binlerce şükür ki bana kızımı, kızıma harika bir babayla yaşanan anıları bırakarak taşındı dünyamızdan…

selda1

Bu arada kızım 5 yaşına gelmişti, evlat edinme sıramız eşimin hastalığı sürecinde 1. sıraya yükselmişti, ama eşimin o dönemdeki sağlık durumu sebep gösterilerek dosyamız donduruldu. Eşimin gidişinden sonra ise ben tekrar başvurumu bireysel olarak yenilememe rağmen, bir süre sonra muhtarlığımıza ulaşan bir resmi yazıyla ‘gerekli ilgiyi göstermediğimizden’ dolayı evlat edinme dosyamız kapatıldı. Hala nasıl bir ilgiyi esirgediğimi anlayamadığım bu süreç belki de en hayırlısıydı, yavrucanın biraz büyüyüp kardeşe hazır olması gerekiyordu belki de kim bilir… Ama yılmadan usanmadan ikinci ve hatta hayallerimi süsleyen üçüncü yavruyu da ailemize katmak için sabırla bekliyoruz şimdi…

Doğruya doğru yıllar içinde bu sistem beni bazen delirtip zıvanadan çıkarsa da, bir an, bir anın milyonda biri olan bir an dahi pişmanlık duymadım, kızımla yaşadığım bir bakışmanın karşılığı olamaz ödediğim hiçbir bedel… Kızım, bu dünyada başka çocukların da olduğunu fark etmemi sağladı, sanırım en büyük kazanımım da bu oldu. Evet belki öğretmen olmanın avantajı ile çocuk farkındalığım hep yüksekti ama şimdi her çocuğun yerinde kızım olabilirdi bakış açısıyla daha çok çocuğa ulaşmaya, daha çok çocuğun dünyasında fark yaratmaya çalışıyorum. Hem eksiklerini fark ettiğim koruyucu aile modelinin iyileştirilmesi, hem yaygınlaştırılması, hem de hakkında konuşulabilen sıradan bir mevzu haline gelebilmesi için uğraşıyorum. Bu eşimin bana hediyesi kızım ve kızımın bana sunduğu sınırsız kabul sayesinde oluyor. Yani aslında bu hayatta her şey olması gerektiği için olması gerektiği zamanda oluyor.

İstanbul’dan kaçmamız da öyle aslında… Zamanı gelmişti ve olması gerekiyordu. Eşimle hep konuştuğumuz, kuzuyu küçük bir şehirde büyütme hayalini  bir eksikle gerçekleştirdik. Biraz ekonomik olarak ama çokça da ruhsal olarak kendimizi hazır hissettiğimiz anda İstanbul’dan taşındık. Şimdi daha minimal bir hayatı dağın başındaki, toplu taşımanın bile bulunmadığı  🙂 evimizde yaşıyoruz. Sabahları karnabahar (koyun) sürüleri, akşamları keçi sürüleri geçiyor evimizin önünden, sabahları horozlar ötüyor, şehir merkezinde kar serpiştirirken bizim bahçemiz karla kaplanıyor… Daha küçük bir evde daha küçük bir hayatı daha büyük bir huzurla yaşıyoruz. Tabi ki gökkuşağının bir rengi hep eksik, hele şimdi Şubat ki özlem daha çok hissettiriyor kendini, ama çok şükür ki müzik aşığı bir genç kızla aynı evi paylaşmanın coşkusu hep hakim hanemize 🙂 Şimdi yavrucanım 10 yaşını bitirmek üzere, o da benimle beraber hem koruyucu aileliği anlatmaya, hem de dünyayı güzelleştirmeye çalışıyor,  artık daha güçlüyüz.

selda3

Aslında bizim kuzuların hayatımıza kattıkları en büyük güzelliklerden biri de, aynı dili konuşan, dünyaya aynı pencereden bakan, bu evreni katıksız ve karşılıksız sevgi kurtaracak diyen, elini taşın altına sokan binlerce güzel insanı bir araya getirmeleri değil mi? Onların sayesinde biz bir aradayız ve daha güçlüyüz…

Hepimizin tüm bu hikayeleri anlatmamızın tek bir sebebi var aslında, bu hayatın içinde bizler gibi kalbiyolojik çocuklarıyla aile olmayı becermiş bir sürü güzel insan var, biz de sizin gibiyiz, siz de bizim gibi olabilirsiniz… yani aslında hepimiz ‘herkes kadar anneyiz’

Son not: Koruyucu aileler arasında biyolojik çocukların dışında bir de “Kalbiyolojik” çocuğum tanımlaması vardır. Bu kelimeyi bulan kişi de Kübra’dır. Saygıyla önünde eğiliyoruz.

Ve ben bu iki kızı çok seviyorum…